Siyah Beyaz

Tarih: 31.10.2022 14:32

Deşifre

Facebook Twitter Linked-in

“Okuduktan sonra yırt at bu satırları. Çünkü bunlar, sana benden hoş bir hatıra değiller.”

 

Bir veda mektubunun son cümleleri… Hayır hayır, roman, dizi ya da filmden falan değil. Tamamen organik. On yıldan fazla oldu, hala ara sıra aklıma gelir. Mektubun geri kalan kısmına dair hiçbir şey hatırlamıyorum. Ama yukarıda yazdığım cümleleri hiç unutmadım…

 

Elbette sana geçmiş aşklarımdan bahsetmeyeceğim bu yazıda. Kaldı ki mektubun muhatabı da ben değilim. Çok yakın bir arkadaşıma, terk ettiği sevgilisi tarafından zehir zemberek sözlerle bezeli bir mektup.

 

Evet evet, yaşım yetiyor mektuplu döneme. Telefonlar henüz bu kadar akıllı ve yaygın değilken, İstanbul’un taşralarında hala mektuplaşılıyordu sevgililerce. Elbette postacı falan getirmiyordu mektupları. Mahallenin küçük bitirimi çözüyordu teslimat işini, mevsimine göre dondurma ya da çikolata karşılığında.

 

Ya tüm bunları neden anlattım sana biliyor musun? Benim yıllardır unutamadığım ve dibine kadar edebi bulduğum o cümleleri yazan, merdiven altı bir konfeksiyonda (böyle kaçak göçek tekstil atölyelerine konfeksiyon denirdi) sigortasız çalışan, orta okul mezunu bir kızcağızdı.

 

Hayatımda sadece bir gün, liseye geçeceğim yaz, o berbat konfeksiyonların birinde çalıştım. Durmaksızın çalan kral fm ve onun arabesk şarkıları eşliğinde, tuvalete bile ustabaşının izniyle gidebildiğin, duman altı, leş gibi bir ortam… Yani insanın böyle edebiyat yapacak ruh halini bırak, aşık olması bile zor, yani bence.

 

Geçmişte çok fazla kitap okudum, her telden. Konusu aşk olan çok fazla kitap… Ama hiçbirinden bana kalan, motto bir cümle hatırlamıyorum. Peki, bu konfeksiyoncu kızın yazdıklarını neden hatırlıyorum? Üstelik muhatabı bile değilken…

 

Gerçekti kızın yazdıkları, yaşadıklarını birinci ağızdan, filtresiz işlemişti o A4 kağıda. Gerçek bir insanın yüreğinin kanamasıydı, can havliyle haykırışlarıydı onlar. Bilmiyorum sadece bana mı öyle geliyor ama Shakespeare’in cümleleri bile o kadar yapay ki yani ne bileyim okurken ya da izlerken hep şey diyorum; ya o durumda bir insan böyle demez ki…

 

Bu gerçeklik meselesini film endüstrisi de yeni yeni fark etmeye başladı. Önce dünya, sonra da ülkemizde bir biri ardına “gerçek bir hikâyeden uyarlanan” film ve diziler konulmaya başladı önümüze. Ciddi izlenmeler de aldılar tabi.

 

Gerçeği seviyoruz! Ama başkalarının gerçeklerini… Hiç kimsenin bilmemesini istediğimiz ne çok mahremimiz var ama başkalarının gerçeklerini deli gibi arzuluyoruz. Kendimize yapılmasını istemediğimiz şeyi başkalarına yapmamak, diye bir de riyakârca nutuk atıyoruz.

 

Gerçek değiliz pek çoğumuz, deşifre olanlarımız dışında.

Gerçek delisiyiz pek çoğumuz, benim aklım hala o satırlarda…

 

Gerçek bir hayat hikâyen olması dileklerimle…

 

Görüşürüz yine.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —