—”Ladesim lades olsun mu?
—”Olsun.
—”Vermezsen yarın ahirette alacağım olsun mu?
—”Olsun.
—”Yerde ne var?
—”Çimen.
—”Gökte ne var?
—”Bulut.
—”Kırk gün, kırk gece sen bunu unut.”
Küçükken masumane, basit iddialara, ladeslere girerdik. Gazozuna… Çocukluğu doksanlar ve öncesi döneme denk gelenlerin gözleri doldu bile.
Belki de kaybetmeyi ilk o zamanlar öğrenmiştik hepimiz. Ve belki cep harçlığımızdan bir gazoz bedeliydi ilk kaybettiğimiz…
Erken yaşlarda tanışsak da hep yadırgadık kaybetmişliği, bedel ödemeyi. Aslında kazandığımız da olurdu ama kaybetmenin hüznü bastırırdı hep kazanmanın verdiği zafer sarhoşluğunu.
Sonra büyüdük. Artık çocukça iddiaları, ladesleri olanca vefasızlığımızla rafa kaldırmıştık. Artık hiç kaybetmeyecektik. Artık büyümüştük, hiç iddialaşmayacaktık ki. Güya kurtarmıştık yakamızı kayıplardan.
Ne kadar yanıldığımızı anlamamız çok zaman almadı. Biri çıkıverdi karşımıza. Dünyalara değişemeyeceğimiz, aynından bir tane daha göremeyeceğimiz…
Evet, aşık olmuştuk.
Güzeldi aşk. Hele maşuk… O her şeyden güzeldi. Her şey alabildiğine güzeldi. O sıra başımızda esen kavak yelleriydi.
Sonra bir gün o kavak yelleri, yerini en hoyrat kasırgalara bırakıverdi. Hoyrat rüzgar, düşürdü toz pembe gözlüklerimizi…
Ayrılık diye bir kavram girmişti artık hayatımıza. Yalnız gelmemişti ayrılık. Yanında çocukluğumuzdan aşina bir şeyi de getirdi:
Kaybetmişlik…
İddiaya ladese falan girmiyorduk ama yeniden başlamıştık kaybetmeye. Büyüyen sadece yaşımız değildi hem. Kayıplarımız da acılarımız da akan zamandan nasibini almıştı.
Aşkta kaybediyorduk. Bazen imkansızlıklar zorluyordu kaybetmeye ama hep zoraki vaz geçiyorduk. Her vaz geçiş bir kaybediş oluyordu.
Çocukken kaybettiğimiz gazoz, öyle çok acıtmazdı içimizi. Artık kaybettiğimizde yüreğimiz sönmüyordu.
Aşkı tanıdık, sevdik, büyüttük ve öldürdük çoğu zaman. Birçoğumuz mezarlıklar taşıyoruz içimizde, içine kaybettiklerimizi gömdüğümüz…
Gün geçtikçe büyüyor, büyüdükçe küçülüyoruz. Galiba artık başladığımız yere, çocukluğumuza dönüyoruz. Hani o iddialı ladesli günlerimize… Bak, el sallıyorlar bize, az ilerideler…
Ee, ne duruyoruz o zaman!
Hadi aşık olalım, gazozuna ama…