90’larda, İstanbul’un kenar mahallelerine denk gelir çocukluğum. Ata yurdunda barınamayıp bir yatak bir döşek, taşı toprağı altın diye İstanbul’a yığılan binlerce aileden biri de benimki.
Öyle ki sokağımızda asfalt bile olmadığını anımsıyorum. Kaçak göçek yerleşimler… Kimsenin evinde belediyenin sağladığı şebeke suyu yok. Haftada bir, bazen iki kez gelen su tankerleri ile giderilmeye çalışılıyor su ihtiyacı.
Ama tabi, mahalle kültürü de dibine kadar yaşanıyor o zamanlar. Bir sokak boyu sıralanmış onlarca ev ve birbirine sıkı sıkıya bağlı komşular. O zamanlar komşular vardı, komşuluklar…
Bir de o zamanlar hiç garipsemediğim ama şimdilerde pek sevimli bulduğum bir durum vardı. Hemen her sokağa bir köpek atanmıştı sanki. Her sokakta bir köpek düşün. Bütün mahalleli tarafından tanınan, sevilen, elleriyle beslenen…
Tomi… Bizim sokağımızın köpeğiydi Tomi. Böyle siyah beyaz, gürbüz, mutlu suratlı, yaramaz bir oğlandı. Komşularımızdan genci yaşlısı herkesçe çok sevilen, hem ayrıca sokağı da kendi alanı ilan edip yabancı insan ve köpeklere karşı da koruma misyonu edinmiş, tatlı bir oğlandı Tomi. Bizim köpeğimizdi, sokağımızın.
Ara sıra belediye ekipleri cadı avına çıkar gibi köpek avına çıkardı kentte. Bütün mahalleli bilirdik köpekleri zehirlemeye geldiklerini. Bilirdik de hiçbir şey yapmaz, yapamazdı o zamanki yetişkinlerimiz. Biz zaten çocuk halimizle ne yapabiliriz ki? Zehirli iğnelerle uzaktan vurur, giderlerdi köpeciklerimizi. Belediyenin o çirkin arabası toprak yollu sokağımızdan ayrılır ayrılmaz, seferber olurdu bütün mahalleli.
Tomi’yi de birkaç kez vurduklarını hatırlıyorum. Ama dediğim gibi vurup gidiyorlardı. Hani ölüsünü falan da biz taşralılara bırakıyorlardı herhalde. Ya da çok fazla köpek vurduklarından hangi birini sığdıracaklardı arabalarına, değil mi ama? Onlar gider gitmez biz hemen Tomi’mize yoğurt yediriyorduk. Birkaç gün halsiz gezdikten sonra toparlıyordu.
Hafta sonuydu, emin değilim ya cumartesi ya da pazar. Ama kuvvetle muhtemel pazar… Çünkü pazar günleri geç uyanırdı mahalle. Öğleden sonraydı, boş arsada ağzından köpükler çıkar halde bulduk Tomi’yi. Geç kalmıştık…
Bir sokak dolusu insanın, genciyle yaşlısıyla, bir köpek için ağladığını hayal et. Çok ağladığımızı hatırlıyorum. O arsaya gömdük Tomi’yi. Bir daha hiç köpeğimiz olmadı sokağımızda.
Yıllar sonra Tomi’yi aklıma getiren, elbette gündemdeki malum Konya Hayvan Barınağında yaşananlar.
Sokak hayvanları meselesinde ahkam kesecek değilim. Ama hiçbir canlının kafasına kürekle vura vura öldürülmemesi gerektiğine eminim. O aşağılık barınak görevlisinin bile…
Görüşmek üzere…